Quantcast
Channel: Umut Karacaoğlu » Boğa Boku
Viewing all articles
Browse latest Browse all 27

gelinin en sevdiği yemek ! (bir reklamcının büyülü dünyası)

$
0
0

bilirsiniz, bizim en büyük hastalıklarımızdan biri farklı olma, yaratıcılığını gösterme sevdasıyla kendimizi kaybetmemizdir. hele ki bir de elimizin altında bir reklam ajansı varsa; sıçmaya gidişimizi bile renkli bir organizasyona bir şölene dönüştürmemek için kendimizi zor tutarız.

işte, sanırım yıl 98, okulu bitirdiğimden beri zar zor bir iş bulmuşum; bornova’da plase adında bir ajansa grafiker olarak girmişim.

patronum halit bey, tam da bu hastalığın pençesinde kıvranıyor. arkadaşlarıyla gittiği yemeklerin fotoğraflarını bile bana düzelttirip bastırıyor; annesinin doğum günü için video klipler hazırlatıyor falan filan. arada normal iş de yapıyoruz tabi. bu normal işler sayesinde de patron gittikçe beni daha çok seviyor, bana daha çok güveniyor. .

böyle böyle bir seneyi geçiriyoruz. ajans sabahlamalarımızda, ofisteki partilerde falan gittikçe patron bana daha yakın olmaya başlıyor..

artık neredeyse patronun ailesinin her ferdinin en az bir fotoğrafı bilgisayarımda var; gezdiği gördüğü her yeri ben de onun kadar biliyorum. mesela “ya abant’ta gittiğim o otelin adı neydi?” diyor, hemen yapıştırıyorum cevabı: “monti palas”.

duyan da gidip aşk kaçamağı yaptık zanneder. yok, monti palas’ı neredeyse dip köşe bilmemin sebebi tatil dönüşü fotoğrafları.. mimarı bile benim kadar iyi bilmiyordur o sıçtığımın otelinin içini..

“geçen sene bi kız vardı” diyor, getiriyorum devamını “evet neslihan, aslında iyi kızdı da abisi biraz deliydi” diyorum.

“aa nereden biliyorsun?” diye şaşırıyor bir de.

lan manyak, en az otuz sayfalık aile albümü hazırlamadık mı bu kızla ilişkinizin ilk ayını kutlamak için.. toplasan üç kere sevişeceksin diye biz 6 gün sabahlamadık mı ofiste? neslihan’ı benden iyi kimse tanıyamaz. neslihan hakkında bir insanın bilebileceği her şeyi biliyorum.

tabi bunları dile getiremiyorum, “görmüştüm bi’ kere” diyorum.  uzamıyor konular.

işte gene böyle sabahlamalı gecelerden birinde birden yanıma geldi bizim patron. bir aydır çıktığı bir kız vardı ceren diye. bunlar aniden evlenmeye karar vermişler. ajansın da işleri artmıştı o dönem, patronum herhalde kızın ailesinde iyi intiba bırakmış ki aile de kabul ediyor. yalnız kızın ailesi kastamonu eşrafından, oldukça tutucularmış. hemen evlenmeyi kabul etmelerinin de bir sebebi buymuş. patrona söyleyemiyorum ama “reklamcı adamsın, nasıl olacak öyle aileyle” diyesim geliyor. yutuyorum.

tabi öğle yemeğini bile bir “advertorial“olarak dergilere dağıtacak zihniyetteki adamın evliliği nasıl olur, varın siz düşünün..

ajansta sanki cocacola ‘konkur’üne katılacakmışız gibi bir hava var.

sağdan soldan iş yağıyor. “ediz sen gelinin fotoğraflarını çekersin”,

“gamze takı işini sana bırakıyorum mümkünse avrupa’dan getirtin”,

“abdullah oğlum araba ne durumda, heh güzel, yalnız onu pembeye boyat üstüne de ‘seviyoruz dedik ya’ yazdır”

“rasim senden de özel bir ricam olacak, düğün günü için bir gazete istiyorum.”


hassiktir?!

o ne lan?

şaşırıyorum, bir iki saniye boyunca rasim olmama ihitmalim üzerine düşünüyorum ama hayır, bildiğin rasim’im.. yapacak bir şey yok..

“ne gazetesi istiyorsunuz?” diye soruyorum sıkıla utana. “ya işte üç dört sayfalık bir şey, bizim fotoğraflarımız bize dair birkaç sevimli haber, bulmaca falan.”

“bulmaca mı?” içimi bir ateş basıyor.

“he ya öyle küçük bir şey.”

“kim yazacak bunları peki?” diyorum. cevabı çok net biliyorum aslında; ama işte bi’ umut..

“sen halledersin ya, sanki normal gazetede yazanlar bi’ bok mu yazıyor” diyip hızla çıkıyor ajanstan, evliliğe üç gün var. dört sayfa gazete, elde sıfır done ve en son ilkokulda, yaz tatilinde ne yaptığı hakkında bir makale yazmış ben, rasim.. yandan yemişsin rasim.

hemen annemi arayıp anne ben üç gün iptalim diyorum, beni beklemeyin. başlıyorum çalışmaya, neyle dolar lan dört koca sayfa?

damadın eskittikleri diye bir bölüm koyabilsem keşke. kilo kilo fotoğraf var elimde..

fotoğraf! doğru ya, damadın ailesini tanıtsam bir sayfayı yerim. yarım sayfa da kız tarafı olsa etti bir buçuk. kız tarafının oraya yarım sayfa da reklam alayım diyorum, komikli olur hem. bebek maması reklamı buluyorum bir tane, yeni evli çifte gönderme.  iki sayfa yedim sayılır, kaldı iki sayfa. yarım sayfa damadı tanıtırım bir yarım sayfa da gelini, bir sayfa da öyle..

tanıtırım ama nasıl tanıtırım? lan daha kızla çıkalı üç gün olmuş.. neyse ya salla gitsin. gelinin favori kıyafeti.. japone kollu vakko tişört, taşlanmış 501 kot.. yardır rasim. gelinin en sevdiği oyuncu.. kim olur ki ya.. fatma girik.. yok yok, o direkt koliden çıkma sahnesiyle gözlerde canlanır. gülşen bubikoğlu.. bu iyi, alayı sever gülşen’i.. en sevdiği yemek.. kuzu tandır.. cık! çok kaba, gencecik kız lan bu, kuzu tandır olur mu it?! yaprak sarması. off olsa da yesek, bunu da herkes sever, itiraz etmez herhalde, aslansın rasim..

ediz geliyor yanıma “n’aptın, yaptın mı gazeteyi?” diye soruyor. zaten sinirim tepeme toplanmış: “he yaptım ..na koyayım!” diyorum, “bi’ spor sayfası eksik.” bozuluyor, bir şey demeden gidiyor.

kalan bir sayfayı da artık işle güçle mi doldursam diye düşünürken patron nihayet ajansa geliyor. düğün yarın öğleden sonra, benim hala bir sayfam eksik. patron öyle bir telaş içinde ki adamakıllı hiçbir şey sorup gösteremiyorum. “n’aptın?” diyor “gazeteyi?”.

“yapıyorum da bir sayfam..” kafasını sallayıp hızla geldiği gibi gidiyor. kapıyı kapatırken sesi duyuluyor belli belirsiz, “yarın düğüne gelirken 400 çıktı alın da gelenlere dağıtalım.”


ananski..


n’apalım, damadın ailesine 1.5 gelinin ailesine 1 sayfa ayırırım biter diyorum. diyorum ama ne anlatacağım o kadar. artık saçmaladıkça saçmalıyorum, patronun neredeyse çürümüş patlıcan kadar çirkin olan annesine paragraf paragraf övgü yağdırıyorum. bir hafta amcasının yanına almanya’ya giden gelinin ne kadar iyi almancası olduğundan bahsediyorum. at gitsin.. almanca bilen mi var sıçtığımın düğününde.  patronun hiçbir işe yaramayan embesil küçük kardeşi için, ileride diplomat olacak çocuk, yıllar önce vefat etmiş marangoz babası için, hala yaşıyor olsaydı ülkemiz bu halde olmazdı falan yazıyorum. duyan koca ülkeden değil de salon takımından bahsediyorum zanneder.. bana ne ya, bana mı evleniyorlar?!


neyse efendim, düğün günü gelip çatıyor, sabah koştur koştur gidip 400 tane çıktıyı alıyorum. kız gibi baskı olmuş ama; pırıl pırıl parlıyor gazeteler. telaş içinde düğün salonuna varıyorum ki, gelenlere tek tek gazeteleri vereyim. başlıyorum kapıda beklemeye. her geçene bir gazete; çok hoşuna gidiyor insanların. patronun da bunu gördükçe yüzü gülüyor, “neyse” diyorum “değdi en azından uğraştığıma”

bu sırada geline çarpıyor gözüm; karşısında ediz, kız gazeteyi okurken o fotoğraflarını çekiyor. sonra kızın yüzü yavaş yavaş bozuluyor ve bir dehşet ifadesine bürünüyor. ediz’i sinirli sinirli itekleyip bizim patronun yanına doğru gidiyor. tam bu sırada gelinin babası da bir elinde tespih diğerinde benim gazete, yerinden kalkıp aynı tarafa doğru hızla atılıyor. patronu araya alıp dövecek gibi bir halleri var, ellerinde benim yaptığım gazete bağıra çağıra azarlıyorlar koca adamı. patron kıpkırmızı kesiliyor, eğiliyor, büzülüyor ve bana doğru “bekle orada, bekle..  senin ananı s..ecem” der gibi bir bakış atıyor..

altıma sıçtım sıçacam affedersiniz. öyle korkuyorum. insanlar birbirlerine gazetenin bir bölümünü gösterip kah gülüyor, kah sinirleniyorlar..

lan ne olmuş olabilir ki? bulmaca olmamasına mı kızdılar lan? bubikoğlu’nu mu sevmiyorlar acaba? ya da taşlanmış 501 kot?

*

patron biraz olsun gelinle babasını yatıştırdıktan sonra koşar adım yanıma geliyor, bir kolumdan hızlıca yakalayıp diğer elindeki gazeteyi burnuma dayıyor. “oku lan ne yazdığını!” diyor. ilk gözüme çarpan kısmı okuyorum, düzgün olsun diye saçma sapan bir edebi dil kullanmışım:

“… teyzesi olan necibe hanım kastamonu’nun ileri gelenlerinden arefeli ailesinin en büyüğü fuat bey’le evlenerek adeta harika olan kültürünü biraz daha arttırmış ve..”

patronun beni bir daha sarsmasıyla kendime geliyorum, çekine çekine “ne var ki bunda ya? necibe hanım gerçekten tüm kastamonu’da iyi sözlerle anılır” diye aptal aptal kendimi savunuyorum.

“altını oku altını!” diye kükrüyor.

altta kocaman bir başlık var;

“gelinin en sevdiği yemek: yarak sarması”

başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor, patronun kolları arasından yere yığılıyorum. görüntü kararıyor.. aklımda birisi sürekli o iki kelimeye tekrarlıyor:

“yarak sarması.. yarak sarması.. yarak sarması..”

*

aynı gece işten kovuluyorum, üç gün sonra da eski patronumla karısı, duyduğuma göre gelinin babasının “öyle işte çalışan adamdan damat olmaz” baskısı sonunda boşanıyorlar.

tam bir buçuk sene sonra ediz arıyor beni. “seninki gene evleniyor” diyor.

“aynı kızla mı?”

“yok yok bir başkasıyla” diyor “ama saçları ve gülüşü eskisine çok benziyor..”

“nereden biliyorsun ki lan?” diyorum..

“ya..” diyor “bu hafta kızın bir günün nasıl geçtiğini anlatan bi’ video çektim de.. düğünde misafirlere yayınlayacağız.”

aklımda hala o düğün var.. betim benzim atıyor gene, şuursuz bir şekilde soruyorum:

“gelin ne yiyor?”

*

krojeni’den esinle.


Viewing all articles
Browse latest Browse all 27

Trending Articles


Mide ağrısı için


Alessandra Torre - Karanlık Yalanlar


Şekilli süslü hazır floodlar


Flatcast Güneş ve Ay Flood Şekilleri


Gone Are the Days (2018) (ENG) (1080p)


Yildiz yükseltme


yc82


!!!!!!!!!! Amın !!!!!!!!!


Celp At Nalı (Sahih Tılsım)


SCCM 2012 Client Installation issue